Doğa bizden yani insandan ibaret değil.
İçinde yaşadığımız evreni ve bu evrenin bir parçası olan gezegenimizi, dünyamızdaki canlı cansız her şeyi yani doğanın özünü anlamak aslında insanı da anlamak, insanı da tanımak demek. Bizler doğanın bir parçasıysak kendimizi ne denli önemsiyor ve seviyorsak aslında doğayı da öyle önemsiyor ve seviyoruz demektir. Ancak bilim insanları gezegenimizde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu söylüyor. Doğanın bir parçasıysak devamlılığımız için onu korumamız, koruma altına almamız gerekmez mi? Oysa çağımızın en önemli sorunlarından biri olan küresel ısınma ile karşı karşıyayız.
Hepimizin ‘ortak’ meselesi olan gezegenimizin ‘yardım’ çağrısına kulak vermeliyiz. Yaşadığımız bu pandemi süreci doğanın dengesini bozduğumuzda aslında kendimizi yok ediyor olduğumuzu öğretti. Doğada her şey bir döngüsellik içinde… Ekosistemimizde her şey birbirine bağlı ve her şey birbiri ile uyum içerisinde. Bu sistemin bir parçası zarar görse ya da yok olsa diğer parçalar da bundan etkileniyor. Bu parçaların birbiri ile uyumunun zarar görmemesi için dengenin sürdürülebilmesi gerekiyor. Bizler de bu ekosistemin parçaları olduğumuzdan bugün ortaya çıkan sorunlarda bizim sorumluluğumuz var. Öncelikle bununla yüzleşmek zorundayız sonra da bilim insanlarının dikkat çektiği ve uyardığı ‘ortak sorunumuza’ çözüm bulmak için hepimizin ‘ortak’ hareket etmesini sağlamalıyız. Sorunların farkındalığında olanlar ile olmayanlar arasındaki uzaklığı ortadan kaldırıp hep beraber çözüm odaklı çalışmalıyız.
Dünyamızdaki küresel ısınma, çevre kirliliği, su kaynaklarının tükenmesi gibi sorunlar için hemen ortak bir bilinç oluşturmamız ve kapsamlı bir müdahalede bulunmamız; siyasilerin, şirketlerin ve bireylerin bu konuda daha duyarlı ve kararlı olması; toplumun tüm kesimlerinde ‘doğa bilincinin geliştirilmesi, istisnasız herkesin çevre dostu olması gerekiyor.
Bazen tabiatın kucağında, doğal ortamlarda yaşamayı hayal ederken doğayla bağlantımızın parklarla sınırlı olduğu modern şehirlerde yaşamaktayız. Ve maalesef modern şehirlerde yaşayan “modern’’ insan doğa ile olan bağını giderek unutmaya başladı oysa doğa ile insan arasındaki bağ kopmaz; koparsa bu insan için yaşamsal bir mesele olarak karşısına çıkar. Bugün kaçınılmaz olarak yaşadığımız tam da bu.
Uzun zamandır küresel bir iklim kriziyle baş başayız.
Bu iklim krizi geri dönüşü olmayacak bir noktaya gelmeden, hepimiz önlemleri acil olarak hayata geçirmeliyiz. ‘‘Doğaya sahip çıkalım’’, sözünün bir anlam taşıması için somut adımların atılması gerekmekte ve bunun için güçlü ve kapsamlı stratejiler saptanmalı, ve bunların kararlılıkla uygulanacağı teşvik ve denetim mekanizmaları küresel ölçekte geliştirilmeli. Atık su tesisleri arıtılmalı, fabrika bacalarından çıkan sera etkisi yaratan zehirli gazlar filtrelenmeli, karbon salınımını azaltmak için alternatif yaptırımlar uygulanmalı, böylece doğaya salınan kimyasal atığın önüne geçilmeli; petrol ve kömüre olan bağımlılığımızı azaltarak yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeli ve rüzgar, güneş, su gibi enerji kaynaklarının kullanımı teşvik edilmeli. Şehirler sürdürülebilirlik prensibi üzerinden kurulmalı. Ormanlarımız bizim ciğerlerimiz… onları koruyabilmeli ve doğanın kendini onarabilmesi için daha çok ağaç dikilmeli.
Endüstriyelleşme ve ekonomik büyüme doğanın tahribatı pahasına olmamalı. Bu bağlamda devletlerin ve uluslararası toplulukların görevi büyük. Fakat bireylere düşen sorumlulukları da unutmamız gerekiyor. Evlerimizi temiz tutarken çevremizi kirletmemizin tutarsızlığı maalesef ortada. Denizlerimizden çıkan çöpler insan eliyle atıldı. Kaçımız atıkların geri dönüşümü için üzerine düşenleri yerine getiriyor? Karbon ayak izimizi azaltmak adına bizler hangi eski alışkanlıklarımızı değiştirdik, ne tür yeni pratikler geliştirdik? Bu çelişkiyi ortadan kaldırmak için kendimizden başlayacağız, kendimizle yüzleşeceğiz. Çünkü değişim, insanın kendisinden başlar.
Her gün kullandığımız ürünlerin üretiminde temiz enerji kullanılıyor mu, atıklar konusunda hassas davranılıyor mu diye kontrol edeceğiz, biz “doğa dostu” ürünleri tercih ediyor muyuz, şirketlerde ve evlerimizdeki enerji ve su kullanımlarımızda tasarruf sağlıyor muyuz, buna benzer soruları daha bilinçli soracağız. Yaptığımız her şeyin, attığımız her adımın, yediğimiz içtiğimiz her şeyin önünde “doğa dostu”, “çevre dostu’’, “yeşil’’ sıfatının olmasını sağlamak hepimizin sorumluluğunda.
Bireyler olarak karar vereceğiz dünyanın yeşilini mavisini korumaya kararlı mıyız, değil miyiz? Bunun yanıtı hepimizi kurtaracak.
Her şey sosyal sorumluluk gibi başlasa da bir yaşam biçimine dönüşebilir ve doğayla uyumlu olabiliriz diye düşünüyorum. Bir gün gelecek herkes -büyük şirketlerden en küçüğüne, işçisinden memuruna, akademisyeninden sanatçısına, esnafından serbest çalışanına kadar herkes- daha iyi bir gelecek için “yeşil/mavi” olarak varlıklarını sürdürecek ve yaşadıkları dünyayı korumak için sadece bir gün değil bir ömür boyu çalışacak.
Gelecek nesillere yaşanabilir yeşil bir dünya bırakalım.
Emine Erdem
KAGİDER Başkanı